26 Kasım 2009 Perşembe

neyse ki bitti

neyse ki bitti hafta bitti. hiç bitmicek sandığım hafta bitti. ve elimde kendimle ilgili süper istatistiksel(?) bilgiler var paylaşıyım mı?
toplamda 4 tane vizemin olması, 2sinin olduğu hafta hasta olmam.
sonra birinin direk bayramdan sonraya ertelenmesi.
diğerinin işkence olsun diye bugün yapılıcak olması ama yapılmaması.
dolayısıyla bayramdan sonra 3 vizem olması.
aslında 3 haftada 3 vize olmam gerekirken 3 haftada ancak 1 vize olabilmem.
bayramdan sonra yaklaşık 4 haftadır yapı malzemesi, 3 haftadır da yapı statiği çalışıyor olucağım gerçeği.
az kredi az vizeli bir dönem nasıl işkence haline getirilir bunu öğreniyorum sabrımın sınırlarını zorlayarak.

bir de bugün Ertuğrul Özkök ün bugünkü gazetede yazdığı "izmir sivil faşist mi" adlı yazısında bahsettiği bir "izmirya" muhabbeti var ki, sabah metroda çok garipseyerek okudum. malum bu izmirdeki son olaylardan sonra yeni bir sıfat daha eklediler izmire "faşist" diye. Özkök de bu muameleyle batının ileride bölünme sinyali vericeği söylüyor.
noluyor yahu? ne sinyali ne "izmirya"sı? tüylerim diken diken oldu okuduktan sonra. kimsenin böyle bi sinyal verdiğini/vericeğini sanmıyorum ya neyse. yorum bize ait.
tam da burda;
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13045072.asp?yazarid=10

neyse bu kadar sanırım.

aaa ben asıl neyi unuttum ya. çarşamba günü 2 gibi taşkışladan çıkıp metroya yürürken bi adamla karşılaştık. aslında manzara tam şöyleydi, hyatt otelin önünden yürüyen bi adam elinde bi parça çalı, arkasında onu takip eden bembeyaz bi KUZU! ya ben öyle bişi görmedim nasıl temiz nasıl bembeyaz nasıl şirin nasıl garip bişi o öyle. evcil hayvan gibi bişi yürüyor adamın arkasından. biz de takıldık bi süre arkalarından gittik sonra onlar gezi parkına döndüler. garip işte be taksimin ortası bembeyaz bi kuzu işte gidiyo öyle bi adamın arkasından falan. baya güldük.
bu kadardı.

yaz

işte yine başladım pek alakasız yerleri özlemeye. burası ayder idi, uyandığımda penceresinden yeşilini görmeye koştuğum otelin minicik bahçesi yandaki fotoğraf. çok güzel de bir kahvaltı yapmıştık. akşamında da orda oturup sohbet etmiştik falan. o kadar da zor geldi ki ordan ayrılmak. ve 1 gün kalmak bile hiç tahmin etmediğim kadar dinlendirmişti beni. he orda yandaki market gibi bişiyin içindeki kadınla tanışmıştık kadının kardeşi de izmir kıbrıs şehitlerinde taşfırının sahibiymiş! höh demiştim ya. neyse oranın da çok güzel zeytinli poğaçaları oluyordu daha çok poğaçalı zeytin gibi bişiydi.

cumayı bekliyorum ya gelmeyi düşünmüyomuş, saatler dakikalar çok zor geçiyomuş. hele ki yarın akşam hiç geçmicekmiş. umutlar behlülle bihtere bağlanmış.

gerçekten çok alakasız yerleri özlüyorum, bu ara boş kaldım biraz sanırım.
mesela mardin de var aklımda şu sıra, hem de çalştığımız tiyatro salonu gibi bi yer vardı. en son gün orda tüm dönemselin çıktıları yerlere serilmişti, müzik çalışıyodu biz de onlara bakarak neler yaptık hatırlıyoduk.
iyiydi ya ne biliyim işte, statik düşünmek yerine böyle yazı özlüyorum ben. ama en çok yazın ortasında üşüdüğüm yeri özlüyorum şu ara.
hadi geçsin zaman rizeye gidelim. trabzon da olur.
yeşil olsun heryeri, sabah pencereden bakiyim mutlu oluyim.

24 Kasım 2009 Salı

ve

bu hafta ne kadar garip ve olması gerektiğinden yalnız. ve sıkıcı. ve vizeli. ve sıkıcı ve yanlız ve ve ve ve.
hadi cuma olsun bi an önce.

20 Kasım 2009 Cuma

corsal kapsülle kabuslu saatler

daha geçen sabah uzun metro yürüyüşü esnasında yorgunluğunda etkisiyle "şöyle uyusam sonra sadece yemek yesem sonra tekrar uyusam" gibilerinden bir hayal dünyasındaydım. sonra bu hayal ettiğim şey bir anda gerçek oldu. saatlerce uyudum, sonra yemek yedim, sonra tekrar uyudum uyudum uyudum. ama ne yazıkki beni bu kadar uyutan ilaçlarımdı ve yemekten bahsettiğim de çorba, bilumum bitki çayları, meyve, portakal suyu vs gibi şeylerdi. çünkü griptim! neyseki 39 ateş, bir iğne, bir serumdan sonra akıllanıp evime koştum. şimdi çok daha iyiyim. iyileşip, uyumanın ve yemek yemenin olmadığı(bu olabilir aslında) dünyama geri dönücem, çalışıcam ve bi daha da öyle abuk hayaller kurmicam!

14 Kasım 2009 Cumartesi

aujourd'hui c'est aujourd'hui

Bu aralar (3 kasım-4 aralık) Fransız Kültür Merkezi'nde Sıtkı Kösemen'in "gün bugün" sergisi bulunuyor. içeriye başka bi amaçla girip sergiyi gezme fırsatını buldum, üstelik acelem de yoktu rahat rahat inceleyip her 3-5 fotoğrafta bir üstlerinde yazan yazıları okudum. fotoğraflar konuşuyor aslında, insanların dedikleri yazıyordu kağıtlarda. fakat hangisi hangisine ait anlamak zor ve işin güzel yanı zor olduğu için fotoğrafları daha çok inceledim, bunu bu demiştir ya da bu demiştir gibisinden tekrar tekrar baktım. oysa bunu bu insan demiş, bunu da bu insan demiş diye eşleştirme olsa bu kadar bakmazdım. (ya da bakarmıydım?) bilemedim işte baya durdum fotoğrafların karşılarında.
bir de serginin bir bölümünün dışarıdan da gözükmesi ne güzel bişi.


serginin konusu da şöyle;

"SITKI KÖSEMEN FOTOĞRAFLARI

« AB’ye girme düşünün eşiğinde bekleyen Türkiye’nin, bu umuda kilitlenmiş en büyük kitlesini gençlik oluşturuyor. Bu anlamda, Sıtkı Kösemen'in gençlere çevirdiği objektifi, onları tanımaya, anlamaya; kendi kimliklerini oluştururken yaşadıklarını gözlemlemeye dair önemli bir adım. Kösemen, çeşitli sosyo-kültürel gruplardan gençlerin yaşam şekilleri, özgürlük anlayışları, geleceğe bakışlarındaki renkliliğin yanında, yaşamı bir oyuna çevirmeyi başaran yeni-insanların, bütün telaşların ötesinde “kendileri” olabildikleri, yaşadıkları zamanları görmek ve göstermek için yola çıkıyor. Bunun ötesinde ise kimlik edinmede oluşan sorunların ana merkezlerine dikkat çekmeyi, gelecek kaygılarının altındaki dinamizmi öne çıkarmayı hedefliyor.
Her şeyden önce bir “iyileştirme”, toplumla gençler arasında farklı bir iletişim ve empati kurmayı amaçlayan bu proje, ayrıca, yöneticileri, eğitimcileri ve aileleri ortak duyarlıkta birleştirme işlevi de taşıyacaktır. »

Beral Madra, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Görsel Sanatlar Yönetmeni

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti işbirliğiyle."

ayrıca Sıtkı Kosemen odtü mimarlık mezunuymuş.

dahası için;

http://www.sitkikosemen.com/

11 Kasım 2009 Çarşamba

kapadokya!








8 saat bile vazgeçmek için çok fazlaydı ama vazgeçmedik!
seyyarların peşinden gittik, gezdik, olmayan vizemize çalıştık ve geri döndük.
dahasını daha sonra yazmak umuduyla...

6 Kasım 2009 Cuma

yolculuk nereye hemşehrim?

bu sefer nereye?
gitmeye kolay karar vermek, otobüse binmeye cesaret edememek, vardıktan sonra iyi ki gelmişiz diyebilmek.
"spontane hayat felsefesi" bu aralar heryanımızı sarmış durumda!
iyi ki de sarmış, iyi ki de sürekli biyerlerdeyiz!

3 Kasım 2009 Salı

















fotoğrafın güzelliği. an. beklemek.


http://www.cnnturk.com/2009/yasam/diger/11/03/tehlikenin.farkinda.misiniz/550229.1.2/index.html#photogal

dinlemek -dinleyememek


bugün "kent ve mimarlık günleri" kapsamında olan panellerden birine sonunda gidebildim! zaten iki gün süren ve ilk günü taşkışlada ikinci günü garajistanbulda devam eden etkinliklerden solda resmi olan "Tasarım ve Suç: Kentsel Müdahaleler ve Mimarın Pozisyonu" konulu tartışma panelinde soldan sağa Özgür Bingöl, Emre Arolat, İhsan Bilgin, Boğaçhan Dündaralp ve Ertuğ Uçar vardı. Aslında Emre Arolat'ı çok dinlemek istediğim için gittim, dalaman havalimanı yarışma projesi hakkında yazdığı kitabı okuduktan sonra görmek düşüncelerini öğrenmek iyi olur diye düşünüyordum. duruşu, konuşmadan ki davranışları çok soğuk. fakat konuştuktan sonra tamamen o soğukluk yıkıldı kafamda, tam da kitabı okurken ki düşündüklerim canlandı diyebilirim. iyi oldu.
genel olarak olgu ve fikirden yola çıkarak, mimarın süreç içerisinde duruşu(ya da strateji ve akıl yapısıyla var oluşu), nasıl bir kimlik oluşturduğu, direnç göstermesi, gösterememesi, neler yapıcağını düşünmesi gibi şeyler konuşuldu.
garajistanbul gayet güzel bi yer, bundan sonra bol bol takip ederim diye düşünmekteyim.

bide bugüne dair çok çok sinir bozucu olan ise, bu panelden çıkıp richard rogers konferansına gitmek için beşiktaşa koşmamız, bahçeşehir üniversitesine konferanstan 50 dakika önce gelmemize rağmen salonun dolmuş olması, projeksiyonla canlı yapılıcak sınıfın da dolmuş olması, koridorlarda tvden yapılan canlı yayına boynumuz tutulmuş bi şekilde izlemek zorunda kalışımız.
noldu peki?
hiç dinlemedik çıktık gittik kahvemizi içtik bi yerde, sonra da dağıldık.

o zaman bu kadar ünlü bi mimarı türkiyeye getirip konferans düzenletip, facebookta event bile açıp 500 kişilik konferans salonuna bu insanları sığdırmaya çalışanlara kocaman bir alkış geliyor.

dahası "hadi orda yapmadık, peki bu kadar insanı nereye sığdırıp da dinleticektik" sorusuna verilicek cevabın olmamasını sağlayan insanlara daha da başka şeyler gitsin diyorum.

ve gidiyorum, nesrin kahve içmeye bekler.