21 Ocak 2010 Perşembe

kar oynanmak için yağar

kar yağar
da ben
hiç dışarı
çıkmaz
mıyım
çıkar da kar
fırlatmaz mıyım
fırlatır da
sırıtmaz
mıyım sırıtır
da fotoğraf
çekilmez miyim


izmirlinin 5mm kalınlıktaki karla bile oynayabilmesidir bu fotoğrafın anlamı.

20 Ocak 2010 Çarşamba

kara-anlık

önce bir alışveriş merkezindeyim dolanıyorum biraz. ışıklar gidiyor arada, arkamdan birileri laf söylüyor. nereye gittiğimi bilmiyorum ama yönümü buluyorum bir şekilde. ışıklar açılınca aynı yerden devam ediyorum gezime.
sonra asansöre biniyorum, bir iki kız var çok uzun saçlı, alışverişe koşturuyorlar. diyorum ki içimden, hayır ben bu kadar alışveriş yapmıcam, daha çıldırmadım ben şu katta iniyim diyorum. kızlar resmen üstüme saldıracak biz de gelelim diye ama tutuyorlar kendilerini, bir iki kol atıyorlar sonra kapı kapanıyor.
tekrar yürümeye devam ediyorum, yine ışıklar gidiyor ve yine fısıltılar...
bu sefer ışıklar açılınca manyak insanlar görüyorum, kel bir adam ve saçları 70li yıllardan kalma bir kadın. kadının üzerine siyah palto var, ellerinde de eldivenler. peşimden geliyorlar ama bir yandan da bağıra bağıra konuşuyorlar.
sonra bir anda yurtta buluyorum kendimi, kapıda o iki insan. ya gidin diyorum, bırakın gidin, yok. hayııır biz seninle kalıcaz diyip resmen üzerime yürüyorlar. o kadar sinir bozucu bir halleri var ki, dayanamıyorum. acaba alışveriş merkezine geri dönsem onlar orda kalır mı diye düşünüyorum.
bilincim açık çok net düşünebiliyorum. uyuduğumun farkındayım ve o iki insandan kurtulmak için kaçıyorum. kaçarken bir yandan uyandırın beni diye bağırıyorum. eternal sunshine of the spotless mind'daki joel gibi bağırıyorum koridorda koşturuyorum. kimseyi göremiyorum sadece kendi kendime bağırıyorum ve arkamda iki insan.
sonra sahne yeniden değişiyor bu sefer odamdayım, oda arkadaşımın yatağında yatıyorum ve odada başka bir arkadaşım daha var. Ama ondan iki tane var ve birbirlerinden habersizler, onlar birbirini görmüyor galiba bir ben görüyorum.
kendi kendime niye burda yatıyorum ki diyorum, uyanmalıyım diyorum kalkıp kendi yatağıma yatıyorum. bu sırada yine uyandığımı sanıyorum fakat uyanmadığımı farkettiğimde paniklemeye başlıyorum.
gözlerimi aralıyorum, bilincim gayet açık, düşünebiliyorum, artık uyanamadığımın farkındayım, üzerimdeki baskıyı kabulleniyorum ve konuşmaya çalışıyorum.
karşımda karanlıkta duran bir askılığı sineme benzetiyorum. sinem gelmiş kafayı eğmiş bana bakıyor sanıyorum ama sinem bakarken donmuş gibi.
İlk onun sinem olduğuna o kadar inanıyorum ki konuşmaya hareket etmeye çalışıyorum, sinem nolur uyandır beni.
hareket ettiğimi sanıyorum, sinem niye bu kadar anlamsız bana bakıyorum diye düşünüyorum ve korkum git gide artıyor.
sinem uyandır beni nolur, uyandırın.
sonra ağzımdan tek kelime çıkıyor, 'sinem'
gözlerimi aralayıp kendimi yataktan fırlatırcasına kalkıyorum, bulduğum tüm ışıkları açıyorum.

yorgunluk, stres, uykusuzluk, açlık ve bilumum gereksiz tavırlar yüzünden selam ederim sevgili Karabasan'ıma.

tekrar beklemiyorum seni, lütfen gelme.

19 Ocak 2010 Salı

parkın içinden


şans eseri bugün nişantaşı cumhuriyet parkından geçerken oranın sanat parkına çevrilmiş olduğunu farkettim. her zamanki yerlerinde duran banklara bir haller olmuş, mekansallaşmış, eksilmiş, tekrarlanmış, eklenmiş, çıkarılmış, üzerine yazı yazılmış, bişiler olmuş işte.
gidip aydınlık ve ıslak olmayan bir vakitte görmekte, oturmakta fayda var derim.
"adını hatırladığın kuşlar kurtulur."
"bunu yapmaya devam edersek denizlerin içinde renkli balıklar görmek yerine renkli atıklar göreceğiz."

yazıldığı gibi amaçlarından biri de çevre konusunda duyarlılık arttırmakmış.
bir de şöyle bir şey var ama içeriği çok zengin değil yine de; http://nisantasisanatparki.com/*


*not1. bu projeyi yapan adamlar, cow parade istanbul 07 ve shoe-art istanbul 08 i de yapmış. Demek ki bundan sonra güzel şeyler bekliyoruz. ben elephant parade istiyorum sayın sinpa duy beni.

10 Ocak 2010 Pazar

pencere önü

bakıyor suratıma anlamsız anlamsız. Sanırım benim onu çektiğimi farketmiyor çünkü cam aynalı. sesten mi gittin şaşkın kuş anlamadım ki seni.

9 Ocak 2010 Cumartesi

şabl

siyah arka fondan ve sarıdan sıkıldım. Gitmeye hazırlan sevgili şablonum, kullanışlı değilsin.

7 Ocak 2010 Perşembe

ikea cık

-Ikea nedir?

Tüm dünyada mağaza sayısı 301’i bulan, insanların yaşam alanlarında kullandıklarını ürünlerin satıldığı kocaman dükkânlardır. (bildik biz onu)

-Ikea’nın Türkiye ile ilişkisi nedir?

Türkiye’de ilk şubelerini İstanbul Ümraniye’de açmışlardır. Sonraki şube İzmir Bornova’dır. Bir sonraki yeniden İstanbul Bayrampaşa’dır. En son ki mağazaları da Bursa’da açılmıştır.

-Ikea mağazalarına nasıl gidilir?

Ikea politikası gereği normalinden(?) büyük mağazalar yapar. bunun için geniş alanlara ihtiyaç duyar. Genelde sokak kenarına ya da istiklal caddesinin sonuna yapmaz. Gider viyadüklerin, otoyolların kenarlarına yapar. Ayrıca yanında büyük bir alışveriş merkezi olmasını tercih eder. Mağazalarına da yayalar da ulaşabilsin ister ama bu genelde istek olarak kalır.

İzmir Bornova Ikea, Forumbornova’nın hemen yanındadır. Merkeze çok yakın olmasına rağmen her türlü sizi yürütür çünkü dibinden otoyol geçer. Merkezden gitmek isterseniz, Forumbornova servisini tercih edebilirsiniz. En ideali budur. Yok, ben yürüyerek ulaşıcam derseniz yakınına kadar dolmuş götürür. Daha çok yürümek isterseniz Ege Üniversitesi’nin köşelerinden bir yerlerinden kestirmeler ile bulursunuz Ikea’yı.

İstanbul Bayrampaşa Ikea, Forumistanbul’un yanında konumlanmıştır. 29 ekimde Forumistanbul açılana kadar en yakınındaki metro istasyonunda inersiniz, yokuştan kendinizi salıverirsiniz, biraz yürürsünüz, koskoca Ikea’nın otoparkını bulup onun girişinden girersiniz. 29 ekimden sonra Forumistanbul’un katkılarıyla o metro istasyonu yenilenmiştir ve kestirmeden bir köprücük yapılmıştır Bunun sayesinde üstten hemen geçiverirsiniz. Ama bu yürümeyeceğiniz anlamına gelmez çünkü bu köprü sayesinde Forumistanbul’un içinden geçmek zorunda kalırsınız ki bu etrafından yürümekten daha acı vericidir.

İstanbul Ümraniye Ikea, Meydan Alışveriş Merkezi’nin yanındadır. Diğerlerine nispeten daha yakınından otobüs geçer. Otobüs şoförü kafalarsanız çok yakınında inersiniz. Kafalayamazsanız otoyolda giderken Ikea’yı görür, el sallar, gözden kaybeder sonra da durakta inip gidersiniz. Dönüşünde de hemen yakınlarında otobüs duraklarını bulursunuz. Diğerlerine nispeten daha ayaküstü bir Ikea’dır. İlk yapılmış olanıdır, metrekare olarak da en büyük olanıdır.

-Ikea neden farklıdır ve insanlar neden içeride çıldırır?

Ikea’nın 2 bölümü vardır. Birinci bölüm bizim şuana kadar tüm mobilyacılarda gördüğümüz showroom bölümüdür. İkinci bölüm ise alışveriş bölümüdür. Diğerlerinden farkı şudur, showroomda her şeyi denersiniz. Her şey ev düzeni içindedir, kendinizi kaybedip koltuktan koltuğa atlarsınız. Yastığı atar, çekmeceyi açar, bulaşık makinesini kontrol eder, giysi dolabını incelersiniz. Kimse size karışmaz. (Ikea reklamlarında da bu yazılanların hemen hemen aynıları vardır, ilk çok etkilenirsiniz sonra da alışırsınız. Mesela bir daha okuyun. Ne oldu?) birini işinize karıştırmak isterseniz o insanı zor bulursunuz ama bulursunuz. Çıldırma sebebi Ikea’nın reklam politikalarıdır. (bkz: Ikea’nın reklamları nasıldır?) ikinci bölüm fiyat etiketleri, her şeyin birada olma özelliği, dükkân planlaması, değişik tasarımlar gibi etmenlerle insanları çılgına çevirir.

-Ikea’nın reklamları nasıldır?

Ikea’nın reklam politikaları ilginçtir ya da Türk milletine ilginç gelmektedir. diğer mağazalara oranla "fiyatları düşürdük, damping, süper indirim, %50 indirim" uygulamasını yapmaz Ikea. Mesela 1 yıl ürettiği koltuğu 2. yıl üretip satarken der ki "biz geçen sene bu koltukları çok sattık, sattıkça daha çok ürettik, ürettikçe maliyetini azalttık, maliyetini azalttıkça size indirim yaptık ki daha çok satalım daha çok alın daha çok indirim olsun". Reklam anlayışında böyle açıklamalar bulunmayan Türk milleti de satın almaya yönelir. Başka bir örnek; "tasarımı ucuza satıyoruz çünkü çok üretiyoruz" dur.

Dışarıda reklamlar:

showroom özelliklerini televizyon reklamlarıyla bir kez daha hatırlatırlar. Mesela mutfakta tartışan iki insan vardır ama aslında onlar Ikea mağazasındadır ve Ikea mağazasında olduklarını unutmuşlardır. Çünkü her şey çok doğaldır ve onlara karışan biri yoktur. Sonra bir bakarlar ki Ikea’dalar.

Ayrıca sürekli değişen ve kendini geliştiren reklam piyasasını takip ederler ona göre de yeni işler üretirler. Mesela otobüs duraklarındaki reklamların dışarı taşması fikrini abartıp İstanbul’da 2-3 durakta, duraktaki bekleme yerini kaldırıp gözden çıkardıkları koltukları koyarlar.

Bir diğer örnek gittikleri şehirdeki ilk izlenimlerinin iyi olması için, küçük kamyonetlerinin arka tarafını camlı yaparlar, içine vitrin yerleştirirler(içinde bir Ikea koltuğu yastıklar ve bilumum renkli şeyler). Arkasına da kocaman yazarlar "evini seven bizi takip etsin" diye.

En önemli reklamları da yüz binlerce Ikea katoloğu bastırıp bulundukları şehirde her evin kapısının dibine bırakmalarıdır.

-Ikea’nın yemek bölümlerinde uygulamaları nasıldır?

İçerisinde yeme/içme servisi olarak hiçbir markaya bayilik vermez. Kendi gıda ürünlerini üretirler ve bunları restoran ya da gıda satın alma bölümünde müşteriye sunarlar. Restoranları self servis olarak hizmet verir ve sadece yemek alma işlemi self servis değildir. Yemekten sonraki tepsilerin toplanması işini de müşteriye yaptırır. Bunun amacı da tepsi toplatmak için adam çalıştırmak istemeyişleridir. Böylece müşteriye de, bunu fiyatlarına yansıttıklarını belirtip daha çok sempati toplarlar. Bir diğer yemek bölümü taktiği de alışveriş sonrası atıştırma yeridir. Çok ucuz fiyatlara hotdog, dondurma, kola ve çeşitli asitli içecekler satarlar. Fakat siz o sınırsız asitli içeceklerden, içindeki karışımdan dolayı en fazla iki bardak içebilirsiniz ya da insan türünden değilseniz üç bardak.

Bir diğer taktikleri, haftanın belirli bir gününü halk günü ilan edip yemek fiyatlarını düşürmeleridir. Zaten dışarıdaki birçok yemek yerine göre uygun fiyatla verdikleri kahvaltı servisini, o halk gününde bir liraya düşürürler. Kahvaltı tabağı, yumurta, ekmek ve sınırsız çay-kahve hizmetini bir liradan alan müşteri tam da istedikleri gibi kahvaltı sonrası mağazaya yönelir.

Bunların dışında restoranlarında kendi ürettiği mobilyalarını kullanır hatta masalarını mümkün olduğu kadar birbirinden ayrı seçer ki müşteriye daha çok çeşit gösterilebilsin. Siz de masayı, örtüyü, tabağı ya da belki lambayı beğenirsiniz ve alışverişe geri döndüğünüzde alırsınız.

-Ikea’nın açıkça söyleyerek uyguladığı değişik alışveriş taktikleri nelerdir?

Ikea’nın fırsat köşesi vardır. Girişinde açıkça bunların kırık, bozulmuş, dönem sonu, geri iade edilmiş ürünler olduğunu söylerler. Fiyatları normalinden düşüktür. Bazen gerçekten insanlar bunları niye alsın dediğiniz şeyler olur, bazen de hemen kapılan şeyler vardır.

Yeni ürünlere yer açılsın diyerek indirim günleri yaparlar. Genelde bunlar yılsonunda yapılır ve satamayacakları, biran önce bitmesini istedikleri ürünlere indirimleri basarlar. Türkiye’deki üç mağazasında indirime soktukları ürünleri farklıdır. Dahası günler arasında bile indirim oranını değiştirebilir. İndirim politikaları gariptir ve de birbirine benzememektedir.

Kataloglarında normalinden pahalı ürünleri de bulunur fakat bunları uygun fiyatta sattıklarını çeşitli etkileyici sözlerle müşterinin aklına sokarlar. "süper kalite, süper malzeme, süper fiyat?"

Tasarımcılarını görselleştirip ürünleriyle özdeşleştirirler. Beğendiğiniz ürünün etiketinde ‘bunu ben tasarladım’ edasıyla duran bir tasarımcı fotoğrafı bulabilirsiniz.

Yerleştiği ülkede ya da yerleştirdiği ilde aynı zamanda yerli üreticileri de bünyesine katabilir. Çünkü bilir ki katmazsa o insanlar seslerini yükseltir. Bir ürünün etiketinde "Türkiye’de üretildim" yazısı bulabilirsiniz. 1 yıl sonra firmanın Ikea’yla anlaşması bittiğinde, firma ürününü sattırmak için başka büyük bir mağazayla anlaşır. Sonra başka büyük bir mağazada ürünü gören müşteri "Aa Ikea bıdı bıdısı" diyerek ürünü satın alır. Firma Ikea üzerinden hala para kazanabilir.

-Ikea’nın açıkça söylemeyip uyguladığı fakat uyguladığını fark edemediğimiz alışveriş taktikleri nelerdir?

İşte en kritik kısım.

Bir kere "çok üretiyoruz maliyetini düşürüyoruz daha ucuza satıyoruz" düşüncesinin yanında başka şeyler de yaparlar. Mesela, bazı ürünleri çok satar ve bu ürünlerin fiyatları artmaya başlar. Sonra bir gün bakarsınız ki 5 liraya aldığınız şey şimdi 15 liradır ve Ikea bu ürün için ‘çok sattık fiyatları artırdık şimdi daha çok kazanıyoruz’ demez.

Ikea’nın tüm mağazalarında konsept aynıdır. showroom, restoran, kasalar, atıştırma alanlarının yerleri belirlidir.

Mağaza içinde müşteriler için tek bir yönelim söz konusudur, aksi haldeki durumlar için çözümler çok kötüdür. Çünkü iyi çözüm bulunmak istenmez.

Mağazaya girersiniz ve direk üst kata çıkarsınız çünkü herkes üst kata çıkar. Yukarı yöne çalışan tek bir yürüyen merdiven vardır ve aşağı inerken kullanabileceğiniz bir merdiven yoktur. Eğer vazgeçip aşağı inmek isterseniz, uzun uğraşlar sonucu dibinizdeki 25 kişilik asansörü fark edersiniz ve tek kat inmek için onu beklersiniz. Bu da bize düşey sirkülasyon sistem araçları konusundaki anlayışlarının kötü olduğunu gösterir fakat sonuna kadar istenerek ve taktik gereği yapıldığı çok bellidir.

Showroom planı inanılmaz derecede karışık gözükür ama burada da tek bir yönelim söz konusudur. Eninde sonunda tek bir çıkış vardır ve herkes oraya gider, o çıkış da showroomun başıdır. Yani siz dört dolanır durursunuz. Baktınız ki sıkıldınız, zar zor bulacağınız kestirmeden geçerek yolunuzu kısaltıp 10 döşenmiş oda yerine 5 döşenmiş oda görüp geldiğiniz yere geri dönersiniz.

E showroom bitti, aşağıdaki alışveriş alanına inmeden önce Ikea burada mola vermenizi ister. Çünkü tam o alanda Ikea restoranı bulunmaktadır.

Molanızı da verdiniz, park ettiğiniz alışveriş arabanızı da aldınız ve alışveriş katına indiniz.

Yine tek bir yönelim ve bir kestirme vardır. Son olarak da büyük mobilyalar için Ikea’nın self servis alanına gelip gezinizi(alışverişinizi, çıldırışınızı,) bitirirsiniz.

Kasalardan ödemenizi yapıp çıkarsınız. Diyelim ki aklınız kasaların hemen yanındaki fırsat köşesinde ya da başka bir yerde bulunan bir ürüne takıldı ve onu almak için geri dönmek istediniz. Ne yazık ki o kasalardan giriş yoktur. Bunun için bu hikâyenin en başına dönmek zorundasınız. Tek bir yürüyen merdiven ile showroom katına çıkarsınız, oradan showroomu gezmeden aşağıya, alışveriş katına inmek isteyenler için bulunan asansörü kullanırsınız, alışveriş bölümlerini kestirmelerle kısaltıp en sona gelirsiniz ve böylece daha demin dibinde olduğunuz kasanın öbür tarafına geçmiş olursunuz. (Evet, burada bir yanlış yok, alışveriş katının ayın kottan hiçbir girişi yok, illa yukarı çıkıp aşağı ineceksiniz) Ya da insancıl bir yöntem seçerek oradaki güvenliğe rica edersiniz ve bu uzun yolu başa almadan kasalardan içeri girersiniz. Bunu yapmadan önce bilin ki, bu ikeanın istemediği bir şeydir. Güvenlik görevlisi bunu yüz ifadesiyle de çok net anlatır.

Evet, Ikea tüm bunları söylemez ama bir güzel uygulatır. Ayrıca Ikea katalogunda "mağazamız o kadar büyük ve biz sizi o kadar dolaştırıyoruz ki..." demez ama aslında Türkiye’deki 3 mağazasının konumlanışıyla bu dolaştırma mesajını çok iyi verir. Siz ister arabayla ister yaya olarak gidin, Ikea’ya ulaşmak için çaba sarf edersiniz ve aynı çabayı Ikea’da alışveriş yaparken de göstermek zorundasınızdır.


Sonuçlar:

1. Ikea yorar.

3. Ikea düşündürür.

6. Ikea kötüdür.

5. Ikea iyidir.

9. Nilden Ikea’yı sever.

* Sevgili Adem'e, uzun yazıların okunmadığına dair karamsarlığımı yok ettiği, yazıyı dikkatlice okuyup düzelttiği, bundan sonra tanımadığım bir çok insanın okuduğunu da düşünüp daha adam akıllı yazmamı sağladığı için teşekkürleri bir borç bilirim.

**Ayrıca Ikea ürünlerinin montajı sırasında unuttukları birleşim detayları konusunda çok sıkıntı çekmiş Uygur’a da selam ederim. Bir gün ikea bunları okursa sana çektirdikleri sıkıntıları telafi edeceklerini umuyorum.

hayal

senin
kadar
güzel
bir
görüntü
daha
olabilir mi?

3 Ocak 2010 Pazar

faubourg saint denis*


"francine. je me souviens exactement. c'était le 15 mai. le printemps tardait, la pluie menacait, et tu criais. (...)
et tu as étée admise, bien sûr.
tu as quitté boston pour emménager à paris, un petit appartement dans la rue du faubourg saint denis.
je t'ai montré notre quartier, les bars, mon école, je t'ai présentée à mes amis, à mes parents. j'ai écouté les textes que tu répétais, tes chants, tes espoirs, tes désirs, ta musique. tu écoutais la mienne. mon italien, mon allemand, mes brives de russe. je t'ai donné un walkman, tu m'as offert un oreiller et un jour tu m'as embrassé.
le temps passait, le temps filait, et tout paraissait si facile, si simple, libre, si nouveau et si unique.
on allait au cinéma, on allait à danser, à faire des courses, on riait, tu pleurais, on nageait, on fumait, on se rasait.
de temps à autre tu criais sans aucune raison ou avec raison parfois... oui avec raison parfois.
je t'accompagnais au conservatoire, je révisais mes examens, j'écoutais tes exercices de chant, tes espoirs, tes désirs, ta musique, tu écoutais la mienne.
nous étions proches, si proches, toujours plus proches.
nous allions au cinéma, nous allions nager, rions ensemble. tu criais avec une raison parfois, et parfois sans.
le temps passait, le temps filait.
je t'accompagnais au conservatoire, je révisais mes examens, tu m’écoutais parler italien, allemand, russe, français.
je révisais mes examens, tu criais, parfois avec raison.
le temps passait, sans raison. tu criais sans raison. je révisais mes examens, mes examens, mes examens. le temps passait. tu criais, tu criais, tu criais.
j'allais au cinéma.
pardonne-moi francine."

*Paris je t'aime

paris je t'aime

16-faubourg saint-denis
"...Our spring was wonderful, but summer is over now and we missed out on autumn. And now all of a sudden, it's cold, so cold that everything is freezing over. Our love fell asleep, and the snow took it by surprise. But if you fall asleep in the snow, you don't feel death coming. "


18 kısa filmden oluşan bir film. amelie tadında bir film oluşundan, kendimden birşeyler buluşumdan, herhangi bir sonu olmayışından, renkli sahnelerinden dolayı sevdim. daha bir çok neden bulabilirim aslında.
tekrar tekrar izlenesi, her izlenişte başka bir şey keşfedilesi.



sarı

güzel oldu dimi?
artık daha bir yazasım var, belki photoblog bile yapasım var.

güneş gözlerimi kamaştırıyor çünkü izmirdeyim.