21 Aralık 2010 Salı

sudan

İçindeki Düşman?*

Zaten belliydi, kapkaranlık bir koridor. Ucunda bir dansöz oynuyor, hemen yanındaki kâğıdı alıyorum; ‘Türk Lokumu’ yazıyor, ha evet turkish delight hesabı diye düşünerek yürümeye başlıyorum. Dansöz birden gözüme çok iri gelmeye başlıyor, fark ediyorum ki erkek. Kâğıdını okuyorum, ‘…sanatçının göründüğü ilk performans projesidir.’ Oldukça iddialı, bir süre bakakalıyoruz arkadaşımla. İnanılır gibi değil, izledikçe izleyesim geliyor, kıpkırmızı rujuyla çok özgür çünkü.

Yavaş yavaş içeri giriyoruz, tabi ki de video gösterilerinden oluşan bir sergi olduğuna göre yarı karanlık olması da normal. Hangi sırayla hangi videoları izlediğimi hatırlamıyorum o yüzden şimdi başlık başlık olarak devam edeceğim.

Peruk Takan Kadınlar

Uzun bir salon, salonun bir ucu 4 ekran, diğer ucu oturma alanlarından oluşuyor. Hangisinin karşısına oturursak onun sesi oturduğumuz sıranın arkasındaki hoparlörden geliyor. 4 ekran diyorum ama 1i tamamen karanlık. İlk videoyu salonun işleyişini kavrayamadığım için geçiyorum, ikinci video kanser yüzünden peruk röportajından oluşuyor. Üçüncü video tamamen karanlık, sebebi ise üniversitede başörtüsü yasağı yüzünden peruk takan bir öğrencinin görüntü vermek istemeyişiymiş. Biraz dinledikten sonra onu da geçiyorum, önyargı denilen durumun her insanda olanından ben de mevcut çünkü. Geçiş sebeplerimden biri de denk geldiğim ilk cümlelerin hoşuma gitmeyişidir belki de. En sondaki videoda ise bir travesti var. En çok onu dinliyorum, bu sergi de bununla ilgili bir şeyler var çünkü. Sebeplerini, hareketlerini, konuşmasını, duruşunu… Ardından bu salondan çıkıyoruz. Fakat daha sonra ‘peruk takan kadınlar’ın metinlerinin bulunduğu kitap elime geçiyor ve hepsini tek tek okuyorum. Kitabın başında Kutluğ Ataman’ın bir ön yazısı var, enstalasyonların metinleştirilmesi üzerine, diğer bir değişle kitap haline getirmek doğru mu değil mi üzerine. İçerik kadar o da dikkatimi çekiyor, yapmak istemediği halde kitap haline getirmiş. Fakat bunun ortaya çıkaracağı sonuçlar hakkında iyi şeyler düşündüğü için bunu yaptığını da eklemiş. Açıkçası izleyemediğim kısımları okumam benim açımdan oldukça iyi oldu, dahası bütünü algılamak bakımından kesinlikle hepsinin izlenmesi gerektiğine karar verdim, bu da sonuçlarının iyi olduğunu gösteriyor. İlk kaçırdığım video siyasi faaliyetlerde bulunan ‘hostes leyla’. O kadar ilginç bir konusu var ki, peruk resmen hayatını kurtaran bir simge haline gelmiş. İkinci videodaki peruğun işlevi ise hastalıkta kaybedildiği düşünülen güzelliği doldurmasıdır. Üçüncü ve kaçtığım videoda, peruk tarif etmeye kelimeler bulamayacağım bir halde. Okurken kendimi kötü hissettim, öyle ki aklımda oluşan durum türban takan bir öğrenci için peruk takma zorunluluğu neyse saçı açık gezen bir insan için türban takma zorunluluğuymuş gibi geldi. Karışık çok karışık durumlar, içinden çıkılamaz tarifler içeriyor bu video. Farklı kadınlar, aynı peruk ama bambaşka simgeler haline geliyor.

Ruhuma asla

Bu salonun içerisi o kadar büyüleyici ki, farklı koltuklar, farklı televizyonlar ve her televizyonda oynayan aynı filmin farklı sahneleri. Önce birine oturuyoruz, sonra orada filme odaklanamayıp diğer koltuğa geçiyoruz. Yine bir travesti var karşımızda, biraz Fransızca konuşuyor, biraz Türkçe. Görüntüde sevişiyor ama bir yandan ağıt yakarcasına şarkı söylüyor, bir yandan sevişmesine dönüp kızıyor partnerine, sonra şarkısına devam ediyor. Aynen kâğıdında yazan gibi ‘Çıplak ve çekincesiz’ bir video bu.

Dilenciler

İşte bu elimi ağzıma götürüp hayır bunu yapmış olamaz dediğim enstalasyondu. Çok gerçek, fazla gerçektiler fikrimce. Gözümü içine bakan 7 insan var, aynı boydayız ve hepsi de normalde görsem göz göze gelmekten kaçındığım karakterler, burada ise kesinlikle gözlerimi kaçıramıyorum. Hepsine tek tek bakıyorum, bu sefer kaçmıyorum. Metnini okuduktan sonra bazılarının oyuncu bazılarının gerçek dilenci olduğunu öğreniyorum ve tekrar bakıyorum. Kurmaca ve gerçekliğin bu kadar bütünleşik halini bunu okumadan önce fark etmek ise neredeyse imkânsız. Okuduktan sonra ise ayrımına varıyorum, belki doğru belki yanlış bu oyuncudur dediğim karakterleri belirliyorum. Elimle kapattığım ağzımı açıp diğer videoları izlemek üzere çıkıyoruz.

99 Ad

Havada yüzen 5 ekran var ve beşinde de aynı adam öne arkaya sallanan bir performans sergiliyor. Ekranlar havaya kalktıkça adamın hareketleri daha da hızlanıyor. En arkadaki ve en havadakindeki hali çıldırmış gibi, o kadar hızlı hareket ediyor ki kendisi bile zar zor seçiliyor.

Çarpıcı, bakınca görünmeyenin gözümüze sokulduğu, bakmadıklarımızın sergilendiği, Türkiye’deki sosyal ve kültürel olayların yansımalarını sunan, izleyici ile birebir ilişki kurmayı başarabilen oldukça güzel bir sergiydi. Çocuklara bir yeri gezdikten sonra sorulan o meşhur soruyu kendime sordum ve en çok merak ettiğim şeyi düşündüm, o da Türkiye'de açılan bu ilk retrospektifin isminin neden ‘içimdeki düşman’ olduğuydu. Sonra da cevabını merak etmemeye karar verdim, nasıl yorumladığım cevap niteliğini taşıyabilir diye düşünüyorum.


*20. yüzyıl sanatı dersi için hazırlanmış bir ödev metni

12 Aralık 2010 Pazar

yekpare


kaç gündür dilimde haydarpaşa ve video mapping!
çok istiyordum canlı izlemek oldukça güzeldi. 15 dakika sürdü, ses de yeterliydi. üstelik soğuk moğuk demeden bir çok insan gelmişti.
ama keşke o kadar insanın dizildiği alanın önünden vapur geçirmeselerdi! çok mu zor 15 dakikacık bekletmek o vapurları.

çatı çok kötü, korkarım uzun bir süre zihnimize işlemesi ve bu haline alışmamız için o çatı öyle kalacak. çok iç acıtıcı, gerçekten.

bir kaç fotoğraf da var;








































yıkılmasın ya, olmaz mı?

http://www.youtube.com/watch?v=HR7NzZWrlV4

galata kulesi









12.12.2010~19.30

8 Aralık 2010 Çarşamba

uzak

istanbul'a ilk gelişimdeki bilet alışım gibi değil bu, bu başka.
9 şubat 10.35
başka ama tarif edemiyorum, ilk dakikalar.
uzak ama burdan uzak değil, herşeyden, herkesten uzak.

360-x