27 Nisan 2011 Çarşamba

kırılgan olma-k

bir an durup etrafına bakıyor, bir çoğunun vücudu belirginsizleşiyor.
suratları değil ama, vücud bulan halleriyle yok oluyorlar, ruhlarıyla birlikte.
önce kendisinin etrafını sis kapladı sanmıştı oysa, biraz daha aydınlandı artık.
sis de gitti, insanlar da.
geri kalanlarla, açık bir havayla devam edecek.
kırgın.

22 Nisan 2011 Cuma

dönüş yolu

daha değil ama bir gün olacak :)

Denizin verdiği keyif çok çooook başka, gezdik geldik. O yazdıklarıma ek olarak Lyon'un yakınlarında iki le corbusier bölgesine de gittik.


Şimdi çalışmaya dönmek ne zor geliyor.
En yakın zamanda tüüm şehirler burada olacak.

*Tshirt Hasibe'den, fotoğraf da Nice'ten.

12 Nisan 2011 Salı

deniz deniz deniz

oh la la! marseille-cassis-cannes-antibes-nice-monaco bekle bizi!
dönerim 10 güne, yaşasın vacances de printemps!!

(deniz özlemiyle yanıp tutuştuğum için ortaya bu plan çıktı, 10 güne dönerim dediysem inanmayın, belki de dönmeyeceğim.)


à bientôt!

11 Nisan 2011 Pazartesi

ikieylem

http://ikieylem.blogspot.com/

biz bir şeyler deniyoruz Adem Candaş ile birlikte, bize göre pek de güzel ilerliyor.

takip ediniz efenim, fotoğrafları benden, yazıları Adem'den.

catalano



























açık ara en etkileyici heykel fikri olabilir.

5 Nisan 2011 Salı

Amsterdam

hiç dönmek istemedim ki, ya güneş sen ne güzel bir şeysin.

Cuma sabahın köründe Erasmus a Paris’in düzenlediği bir geziyle yola çıktık. Organizatörler ile ilgili ön yargılarım mevcuttu ama hepsini yendim geriye bir şey kalmadı. Çok güzel organize ettikleri bir gezi oldu.

Neyse efenim, önce Belçika sınırlarına girdik, sonra hoop Hollanda’ya geçip Amsterdam’a yaklaşırken ben gördüğüm binalar karşısında Hollanda’ya daha uzun zaman ayrılması gerektiğine daha gider iken karar verdim. Zaten otobüs yolculuklarını severim, burada daha bir sevdim. Köylerin yanından geçmek o kadar zevkliymiş ki.

Kaldığımız hostel merkezin biraz dışında , Stayokay zeeburg idi adı. 2 günlük tramvay bileti alıp merkeze öyle gidip geldik. İlk günün akşamı biraz aval aval dolandıktan sonra yemek yiyip bizim için ayarlanan bir bar mıdır parti midir öyle bir yere gittik. İnsanları eğlenceli ama gittiğimiz bar küçük ve havasızdı (barlardaki havalandırma sistemi Hollanda’da önemli bir şey olsa gerek!?)! Bu günün en keyifli şeyi ise arkadaşlarımızla mekandan ayrılmak yerine iki kız ayrılmayı karar verip; oteli bulma süreci içerisinde, yanlış otobüse binme, merkeze tekrar dönme, acıktık bari bir şey yiyelim deme, o tarihi evlerin merdivenlerine oturup sarhoşları izleye izleye patates kızartması yeme, sonra da otobüste sıza sıza otobüs şoförünün hosteli ayrıntısıyla tarif edene kadar bulamama gibi olaylar yaşandı. Bunları yaşarken ise saat oldukça geç olmuştu ne var ki ne bir ters bakan biri, ne laf atan biri, ne sarhoşluğuyla yerli yersiz bir şey söyleyen biri… Zaten daha önce de bir çok kez güvenli bir yer olduğunu duymuştum.

Yine de tüm bu gecikmeye rağmen kalkıp cumartesi gününe başladık. Sevgili Barış Gümüş’ün bana verdiği çok güzel bir yürüme yolu tavsiyesi vardı, sabahtan onu yapalım dedik. Başladık Dam meydanından, kalverstraat sokağına attık kendimizi. ( bu kadar net ayrıntılı cadde isimleri veriyor oluşumu barış’a borçluyum zira kendimi o sokaktan o sokağa atıp hatırlamazdım normalde). Sokağın sonunda çiçek pazarına çıkan bir ufak meydana geldik ve çiçek pazarında yaklaşık 1 saatimizi harcadık! Dükkanıydı, lalesiydi, kartıydı derken o sokağında sonuna geldik. Sonra da leidsestraat sokağına çıktık ve sonrasında da meydanına! Orası ne kadar güzel bir meydanmış öyle. Oturduk kalkamadık resmen, havanın güneşli olmasının da çok etkisi olabilir. O kadar kalkamadık ki yerimizden, 2 de çıkacağımız tekne gezisine son dakikada yetiştik ve artık o dakikadan sonra iki türk kız olarak türkleri geç kalmakla özdeşleştirdiler. Üzgünüm…

Ya derdim ki bu tekne turları ne kadar turistik bir şey hiç gerek yok. Ya Kanalda olmak bambaşkaymış! Bina falan izlemedim ben bütün tekne turu insan fotoğrafı çektim insan izledim, o Hollandalılar ne keyif adamı arkadaş. Bütün kanallar küçük küçük tekneler, deniz bisikletleri ile dolu; üzerinde şaraplar üzümler meyveler. Sürekli gülen insanlar, aşık sevgililer falan. Hayat enerjim yerine geldi, döndürüyorsun kamerayı fotoğraflarını çekiyorsun poz veriyor gülüyor el sallıyor falan. Herkes ayrı mutlu herkes ayrı neşeli. Allahım nereye geldik??

Neyse efenim ben bu şaşkınlık içerisindeyken nehre çıktık ve amsterdam’daki modern yapıları da gördük. Pek aklımda tutmadım açıkçası o sırada mutluluğumla meşguldüm ama bir tek şöyle bir şey söyleyebilirim, ‘amsterdam uyuşturucu ve sex turizmi ile turist çekiyor, onları çıkarsan geriye hiçbir şey kalmaz’ diyen birini bir daha görürsem ağzına çarpıcam.

Sebebi şudur ki, mimarisi ile ilgili ben de gitmeden baya bakındım pek bir şey gözükmüyordu. Daha çok müze turizmi üzerine kurulu bir şeyler vardı. (müzeden kazandıkları parayı da hiçbir yerden kazanmıyorlar herhalde?) Ama eski yapılarının yanında (kaldı ki o tarihi doku da kolay kolay edinilmiyor) yaptıkları yeni yapılar, ki bunlardan kastım opera tiyatro gibi büyük yapılar değil, ev bildiğin ev, işte o yapıları biz oldukça beğendik. Gerek iç dış ilişkisi, gerek cepheleri, gerek incelikleriyle.

Bu tekne turundan sonra şans eseri 2 hollandalıyla tanışıp biraz da onlarla muhabbet edip onlardan öğrendik birkaç şeyi. Onlar ve birkaç arkadaşlarıyla birlikte Vondelpark’a oturup piknik bile yaptık. İğne atsan yere düşmeyecek, bu kadar genç nereden geliyor? Sonra çocuklardan biri bu günün anlam ve önemini açıkladı, meğersem o gün onlar için baharın ilk günüymüş çünkü hava ilk kez böylesine sıcak böylesine güzelmiş.

Neyse efenim Pazar günü de macbike’tan bisiklet kiralayıp her yeri bir kez daha gezdik. Bisiklet kiralamasam çok kötü hissedecektim kendimi. Sonra da otobüse yarım saat geç yetişip türklerin hep geç kaldığını öğrettik onlara.

Biraz uzun oldu ama kısa kısa aklımda kalanları da yazıyorum,

-hiç müze gezmedim. Ya müzeler sanki daha sonrayı ayırmalık. Öyle ‘gezmek için’ olmamalıydı vakit ayırmak lazım. Stedelijk en çok gitmek istediğim yerdi mesela, bir dahakine umarım.

-ya güneş çıkınca hep bu kadar tatlı oluyorsa bunların insanları, ben orada yaşamaya gidiyorum o zaman?

-i amsterdam yazısının önünde fotoğraf çekilmedim, görmedim bile.

-Gerçekten bir daha gitmek istiyorum ama bu sefer Rotterdam da olsun içinde.

-Nasıl unuttum ya HEINEKEN. Doyamadım sana orda, buraya geldim içtim, cık aynı değil. Müzesine bile gidemedim bak.

-BAKLAVA YEDİM. Evet Güllüoğlu vardı! Çay bile içtim, ikisini de özlemişim. Hatta otelin yakınlarında bir de kebapçı vardı fasıllı masıllı. Bir daha türkiye’yi özlediğimde bir Amsterdam yapıp gelicem. Paris’te sözde bir türk mahallesi var ama ne işe yarıyor belli değil?

-Sayın Gümüş’e de ne kadar teşekkür etsem az. Ona da sayısız haftalarını burada geçirdiği için kıskançlık beslemiyor değilim.

Neyse böyledir işte, gittim gördüm çok ama çok beğendim ve de eğlendim. Güneşli havalar hep olsun artık, kapalı hava istemiyorum.


(fotoğrafları daha sonra)