13 Nisan 2010 Salı

devam > filmfestivali

ne kadar da uzun bir ara oldu değil mi? neyse ki bloga yazı yazma günü değişikliği olarak salı günü yazıyor olmaya sevindim birden!

istanbul film festivali ile ilgili aklımda olanları yazıcam kaç gündür, hevesim mi kaçtı(?) nedir, yazıp yazıp siliyorum ya da taslaklara kaydediyorum. artık bugün city's de izlemeye çalıştığım filmden sonra sabrım taştı! bunu da yazmadan hevesimi kaybedersem olmaz dedim veeee.

bugün(pazartesi akşamına tekabül ediyor) 21.30 seansına Kontrol Limitleri diye bir filmim vardı, yazdığım üzere City's de. İşin garip yani bileti alırken sabah 8.30-17.30 derslerimi ve ardında beni bekleyen fransızca dersini göz önünde bulundurdum. nolucak yahu olmadı uyurum dedim(?!) ve uyudum evet.

bir kere bileti alırken kafam mı güzeldi acaba sorusunu 21.00 sularında fransızcadan çıkınca kendime bir sordum(nolucak yahu). bir koşu nişantaşına gidip öncelik sinemayı buldum. girişinde tepemde uçan kocaman ekranlar bulmak her ne kadar şaşırtıcı olmasa da (istanbul-nişantaşı şartları), içerisinin ne kadar garip olduğundan bahsetmeden geçmiyorum!
kendimi tuvalete atmam ile de şu ufacık detayı paylaşmadan geçmemeliyim dedim!

bu saçma detaydan sonra en önde olan yerimi kör olma olasılığımı da göz önünde bulundurarak değiştirmeyip bir de üzerine tam ortalamak adına yan koltuğa geçtim. şimdi ben hiç önden izlemeyince önün kötü olduğunu savunamam edasıyla inat ettim de denilebilir.

başlarda kendimi "the incredible shrinking man" filmindeki küçülen adam gibi hissetip insanlara canavar gözüyle baktığımı itiraf edebilirim. insanların yüzleri, binalar, köprüler, arabalar o kadar büyük ve korkunçtular ki. bir de başrol oyuncusu kapkara bir adam olunca (isaach de bankole)...

filme gelirsek, gitmeden önce biraz bakmaya çalıştığım kadarıyla aslında amerikalı bağımsız bir yönetmene ait; Jim Jarmusch. yazılıp çizilenler iyi gözüküyor, filmden de aslında onunla ilgili bir şeyler koparıp diğer filmlerini izleme isteğiyle çıkmak istiyordum. öyle de oldu diyelim.
filme dair garip takıntılar vardı, yan rollerin sürekli aynı cümleyle konuşmaya başlaması, tekrar eden replikler, başrolün yarım yamalak ispanyolcayla dös esspresso sepırıt kaps diyişi, gözlerini bile kırpmayışı, "hayal gücümü kullandım" bitişi. sağlam kafayla adamın diğer filmleriyle izlenirse mutlaka bir şeyler çıkacağını düşünüyorum.

gelelim uyuduğum kısma, uyurken bileti alırken düşündüklerimi düşünmedim değil. "olmadı uyurum" sözlerim gözlerimi açık tutmaya çalışırken beni o kadar rahatlattı ki, gözlerim aniden kapanıverdi! o evreyi atlattıktan sonra başka dertlere büründü beynim, film izleyerek uyumayı dünyanın en keyifli aktivitesi haline getirirken acaba orada uyuduktan ve uyandıktan sonra kendime gelebilir miydim? mesela koltuklara kıvrılsam uyusam sabaha kadar? ama film de hiç bitmese? biter de herkes giderse oraya ait olmadığımı hissedip panik içinde uyanırım çünkü. ya da misafirliğe gidilince küçük çocuklar bir köşede uyuyakalır ya, sonra kucakta taşınır bir güzel yatağına getirilir, işte öyle bir şey olsa hiç uyanmadan direk yatağa terfi etsem? uykuya dalma arifesinde bunları düşünürken neyse ki hiç kucakta taşınmadığımı hatırladım, genelde zorla uyandırılıp yürü kızım yatağında uyursun taktikleriyle büyüdüğüm için o evreyi de çok çabuk atlatıp fütürsuzca ayaklarımı uzata uzata uyudum. demek ki neymiş, çocuğu o kadar rahatına düşkün yetiştirmemek lazımmış.

sonrasında beni maslağa kadar getireceğine umduğum metro için içimde sevgi baloncukları yaratmayı düşünürken hiç aktarmasız olan yolu 3 aktarmaya geldim ve o sevgi baloncuklarından geriye lanet olsunlar kaldı. 3 aktarma ne demek ya? biri mecidiyeköyde, biri de sanayi de. aktarma dediysem de inip diğer perondaki araca binmek ha, 8 duraklık bi metro hattını bi yoluna koyamadılar diye bağırasım var.

+he ayrıca artık mimarlara tabureye tüneyen baykuş muamelesi yapılmasın istiyorum, yaşlılara döndüm beliim beliiim diye geziyorum, müstahak mı bu bize? 9 saat taburenin üzerinde geçmiyor!
+üstteki istek 'savaşlar bitsin, dünya barış içinde yaşasın' gibi bir istek oldu, geri alıyorum ama silmiyorum. çünkü umursamazlığım mikrofona konuşan miss world güzeli kadar değil.

+bir de şunlardan da olsa ya;
oturacak bir arkalıklı sandalye bulamazken sleep-box kadar büyük bir hayali beynim kabul etmiyor, taşkışla nasıl kabul etsin?

+önceki filmlerim; şişme bebek(Kûki ningyô), koy(the cove) ve gözleri tamamen açık (einaym pkuhot). şişme bebek çok güzel ayrıntıları olan duygusal bir japon filmiydi, koy ise japonya da yunus katliamını anlatan ve şuana kadar izlediğim açık ara en iyi belgeseldi (amerikan yapımı olması ayrı bir konu ve herşeyi çok güzel empoze etme yeteneklerinden japonlara doğru gelişen antipatimi ne yapıcam onu bilmiyorum), gözleri tamamen açık da bir aşk(ya da tutku) filmine göre oldukça durağan( belki de israil yapımı ve 2 erkeği anlatıyor olmasından da kaynaklanıyor olabilir) ve oldukça kötü bir izleyici kitlesine sahip bir filmdi.

+bu kadar DAR zamana 8 filmi sıkıştırdığım için çok mutluyum, söyleceklerim bu kadar.
+geri kalan filmleri önce bir izleyim.
-sevgiler.

--küçüklüğün sebebi ziyareti, sevmediği halde kendini okumaya zorlayan insanlara. okuma işte ben zorlaştırıyorum senin yerine, üşen okuma olmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder