30 Aralık 2009 Çarşamba

gitmek

'gitmek' in tam kelime anlamı varmış bu filmde.
hüseyin karabey den gitmek -my marlon and brando- filmi bu gece beni benden öyle bir aldı ki.
sadece konusu değil, arkada akıp giden arka plan, mekanlar, van, diyarbakır, iran, kürt çocukları, savaş, mülteciler ve silinen görüntüler.
gözümü bile kırpamadım ya. belki de mardin yüzünden, bilemiyorum filmin etkisinden çıkınca mantıklı düşünüp bu soruya cevap arıcam.
şiddetle tavsiye.

29 Aralık 2009 Salı

çok kolay siz bile oynayabilirsiniz

sanırım hayatımdaki ilk gerçekçi sunumumu yaptım.
the marmara otelinin konferans salonlarından birinde, belimden bağlanmış mikrofon ve elimde slayt geçici kumanda şeysi(uu çok havalı) ile janssen-cilag firmasının çalışanlarına, slayt sırasında elimdeki çocuk kutu oyununu gösterip "çok kolay siz bile oynayabilirsiz" dedim. güldüler, o kadar heyecanlıydım işte. bıcır bıcır konuştum anlattım bişiler.

işin aslı toplum gönüllülerinin beyaz şapkalar projesine sponsor olmuşlar, biz de bu projeyi 2 yıldır uyguladığımız için anlattırıcak gönüllüye ihtiyaç duyulmuş ben de öyle gittim.

projeyle ilgili apayrı şeyler hissettim oraya değinemiyorum bile. sanki proje büyümüş büyümüş de artık sponsorlu büyük adam olmuş gibi, bizim yapmak istediğimiz maddi sıkıntıdan yapamadığımız herşeyi yapıcaklar gibi. bütçesinde çocuklara beyaz şapka bastırmak bile var. gel de için gitmesin. ne uğraşmıştık da olmamıştı ya.

garip bir gündü geldi ve geçti.

izmir bekler gidiyim ben bi yarın gelcem sonra.

18 Aralık 2009 Cuma

orda bişi bişi işte

dedi ki yda, nerde kız çokluğu orda bokluk. ya da bunun gibi bişi dedi.
ben de onu şöyle değiştiriyorum,
nerde kız+kime yavşıcağını şaşıran erkek çokluğu, orda bişi bişi işte.
hua severim ydayı.
bir de telefonu bilgisayara bağlayınca "batarya zayıf" diye bilgisayar ekranında gözüken uyarıyı severim bu ara.

iz sergisi

http://cumhuriyetsanatgalerisi.blogspot.com/2009/12/cumhuriyet-sanat-galerisi-iz-sergisi.html

cumhuriyet sanat galerisi ne kadar güzel bir yermiş. bina eskiden su deposuymuş, taksim maskemi diye geçiyor. ben küçücük biryer beklerken upuzun kemerli bir yapıyla karşılaşmam da baya ilginç oldu.




31 aralığa kadar İFSAK'ın iz isimli fotoğraf sergisi var. lakin fotoğraflar baya güzel, 50. yıllarını kutluyorlarmış.
bir de yokoluşun, inancın, gölgenin izleri, sudan doğadan izler gibi bölümlere ayırmışlar, kemer geçince bölüm değişiyor falan, mekan kullanımı diyelim:p


neyse güzel yani ,gezin gezdirin.



bir de fotoğrafların birinde terkedilmiş cezaevi vardı. gerçi cezaevlerindeki yazıların gerçekliğine olan inancım sinop cezaevini gezince yokolduysa da, insan acaba o zaman mı yazıldı yoksa sonradan mı diye düşünüyor. onlardan biri de "genel af gene, laf olmasın" dı. üzüldüm ben de. öyle işte.

10 Aralık 2009 Perşembe

2

ikiyüzlü insanlardan nefret ediyorum.gerçekten.

çizgi roman

Madam Bovary kitabının çizgi romanını yapmış ntv yayınları. bir de diyorlar ki "bu serinin yaşı yok". çok heyecanlanıp aldım, daha da bir sürü var. Dava, Suç ve Ceza, Macbeth falan falan. yaa gerçekten çok merak ederek aldım niye bu kadar merak ettim bilmiyorum ama bir an önce okumak istiyorum. bi de korkuyorum beklediğim gibi çıkmazsa diye. neyse bir süre daha bu heyecanlanma ve merak etme sürecini yaşıyım sonra okumaya başlıcam. bu süre de güzel be. holey.

kar yağsın

yani artık iyice hava soğudu. insanlar bu soğukta böyle beyaz beyaz şeyler görmezse yerde, bütün haberlerde "istanbul karlar altında kaldı yollar kapandı okullar tatil hebele hübele" gibi laflar duymazlarsa, bu soğuğu boşuna burun deliklerinden içeri almazlar bence. o yüzden kar yağsın. biz de boşuna kuru kuru soğuk çekmeyelim dimi. yazık etmeyin bize de.

5 Aralık 2009 Cumartesi

ho ho hoo

evet koşa koşa "neşeli hayat" filmine gittim. çok övgü alıyor ya, beğenilmiş ya, kulaktan kulağa reklam yapılıyor ya o yüzden aslında. büyük umutlarla gitmedim sanırım ama beğenicem diye gittim bu büyük umut oluyor mu? oluyorsa tam da beklediğim gibi çıktı.
herşeyiyle sade, kimsenin oyunculuğunda abartı yok, çekimler inanılmaz doğal, kostümler bir o kadar sade, espriler vıcık vıcık değil, dram sümüklü mendille salondan çıkıcak kadar değil, kurgu izlerken sıkıcak türden değil, sonu eksik değil falan diye gidiyor işte.
kısaca sevdim. zaten bkmyi seviyorum. çghyi de seviyorum. gülüyorum falan işte ama güldüğüm için değil bu ülkede yeni birşeyler yaptıkları için seviyorum. yapıp da herkesle paylaştıkları için. "bir demet tiyatro" vardı bir ara izliyorduk ya televizyondan. öyle seviyorum işte.anlatabildimmi.

4 Aralık 2009 Cuma

contemporary'09

"bu yıl 4. kez düzenlenen contemporary çağdaş sanat buluşması ön izlemesinde..." falan diye başlayıp izlenimlerimi aktarmıcam.
bi kere 4. kez yapıldığını bilmiyordum bu bir.
gazetede garip ilanlarıyla bunun ne tür bir etkinlik olduğunu anlamaya çalıştım önce. sonra madem yakın lütfi kırdar bir uğrayalım neymiş öğrenelim diye düşünürken aslında pek de uğranılıcak biryer olmadığını daha açılışından anlamış bulundum.
şans eseri ön izlemesine davetiye bulduk. zaten sadece davetiye ve vip kart ile alınıyormuş insanlar açılışa. pek mühim bir sanat buluşması işte, insanlar toplanıp eserleri inceleyip satın alıyorlar. evet hepsinin bir fiyatı var geziyorlar bunda çok emek var çok güzelmiş ama satılmış diye muhabbet ediyorlar, öbür taraftan başka insanlar pazarlık yapıyor. diğer taraftan sanatçılar bize aa canım onlara dokunmayın ama cık cık falan diyor. çekik gözlü adamın biri gelip no no noo diyip yaptığı şeyin peypırr olduğunu söyleyip dokunmamamızı tekrar istiyor. he bir de şova gelen ünlüler var, bir boy gösterelim sanatla da ilgiliyiz biz sadece para yemiyoruz imajını vermeye gelenler. böyleydi içerisi kısaca.

buraya kadar olanlar izlenim değildi ama açıkçası evet bi izlenimim var; sanatla içiçe okuyan(üstelik daha bu eğitimin başında olan), sürekli sergi gezip o sanatçıların fikirlerini öğrenmek eserlerini görmek ya da deneyimlemek-evet en önemlisi bence bu- için kendini paralayan biri olurak o insanlar orada olmasa içerisinin çok güzel olabiliceğini söyleyebilirim. bir sürü galeri işte, bir sürü eser. hepsi birbirinden güzel, hepsi bizim tasarım projelerimiz(eserlerimiz değil projelerimiz) gibi, bir perşembe gecesine bakar geyiğine bir çoğu uyuyor ama o insanlar yok mu o insanlar.

ne sanıyordum da böyle bir izlenim oluştu onu bilmiyorum. bizim gezdiğimiz galerilerdeki eserler satılmıyormu sanıyordum bilmiyorum. bu insanların bunu para için yaptığını bilmiyormuydum biliyordum. herşeyin içinde paranın olması ne kadar doğalsa -ki biz de bişiler üreticez sonra satıcaz durum farklı değil- orda da paranın konuşulması o kadar doğal(?).

bir de işin şu boyutu var tabi, ben tüm bunları davetiye ile görmüş bulundum. davetiyem olmasa normalde de girebilirdim içeri(ön izlemeye değil ama) tek fark 8 tl öğrenci ücreti öderdim. 8 tl öğrenci üceti ne kadar komik dimi, öğrenci yahu bu, bir şey satın alıp çıkmıcak içeriden. görücek ufku açılıcak kendi projesine de yansıtıcak. madem uluslararası sanat buluşması ismiyle böyle birşey yapılıyor siz kim kim buluşuyorsunuz? kendi kendinize takılın öyle emi. bu ülkede bilmem kaç öğrenci sanatla ilgili bölüm okuyor, sanatla ilgilenmek istiyor falan yalan zaten. siz mi uğraşıcaksınız yahu gidip kendimiz öğrenelim. resimlere falan bakarız biz canım siz hiç dert etmeyin. kendi kendinize satın eserinizi 4obin dolara. biz de öğrenci olarak "aa bi etkinlik varmıış lütfi kırdar da bi uğrayalım" diyelim. uğrayamayalım ama.

bir şey yapıyorsanız, lütfen herkes için yapınız. hatta herkesi geçtim, bir şey yapıyorsanız ek olarak bu ülkenin gençleri için de birşeyler yapınız. çünkü onlara yapılanların geri dönüşümü mutlaka olur.

yapmazsanız da siz bilirsiniz yahu, biz mi öğreticez bazı şeyleri koca adam olmuşsunuz? (başka kimden öğreniceklerini düşünüyorlarsa)

konuyu da iyice uzatıp bitiriyorum.

1 Aralık 2009 Salı

düşünseli

ara sıra dumbledore gibi beynimdeki ince gümüşi ipleri asamla çekip düşünseli içine yerleştirmek istiyorum ki hiç kaybolmasınlar. ne olacak bendeki bu panik? hayır kaybolucaklar işte, unutucam ayrıntıları, ister yazıyım ister çiziyim. var gücümle uğraşıyorum ki kaybolmasınlar.
çok kısa söyleyeceklerim var bayrama dair.
-hiç kesilmiş kurban görmedim tv bile izlemedim çok mutluyum!
-ilk yüzyüze bayramlaştığım insanlar; taksi şöförü, bilet görevlisi, hostes, yanımda oturan tanımadığım kadın... garip bi bayram oldu.
-antalya havalimanı ne kdar eski. neyseki yenisi yapılmış 2010a sezonuna kadar yetiştiriceklermiş. tabelalar sarı sarı. eski izmir iç hatlar gibi.
-tuncay cavdar sen ne yapmışsın öyle? gördüğüm şeyler karşısında bütün bayram büyülenip sürekli tavan,strüktür,duvar,kolon inceleyen bir kız oldum.
-modern hamam nasıl yapılırmış şahit oldum!
-dönüş yolculuğundaki 3lü liseli grup varya o grup, o fizik dersinde bahsettiğiniz u borular var ya o u borular, neyse hadi bişi demiyorum ben size. iğrenç gülüşünüzle beynimi mahvettiniz bütün yol.
-demekki yazdan kalma sebzeleri çözdürüp çözdürüp kullanmamak lazımmış. sonu kahve+limon olurmuş.
-ne zaman o valiz hazırlansa yanınıza o gezi defteri alınıcak küçük hanım! bunu daha kaç kez hatırlatmam lazım!
-sevgili ajda pekkan bayramdaki "cinayet"lerden çok rahatsızmış, bununla ilgili bişiler yapmış destek istiyormuş. önce insandan bahsediyor sandım. meğersem hayvanlarmış mevzu.
-sevgili havalimanı taksicileri; hani dumansız hava sahanız? hepiniz mi pencere açık sigara içerseniz ya. gözgöre göre. çirkin oluyor.
-yoruldum ki ne yoruldum. bu gezide izmir durağı hiç olmadı. hadi tatil olsun izmire gidiyim.
-sabah kahvaltıdan sonra kahve içip gazete okuduğum günler benim için apayrı. tatil gibi bişi. bide böyle güneş varsa hafif de gözümü alıyorsa, oo süper. tam keyiflik. bu dönem bu günlerden baya oldu. şanslıyım bu aralar.
-bu aralar izmirle ilgili yazılıp çizilenler çok fazla. hepsine yetişmek lazım, hepsine bakmak lazım. ileride "heh şimdi izmiri buralara nasıl getirdiniz" sorusunu kimse sormayı akıl etmeyecek, konu olan şehir bambaşka bi boyutta algılanırken başlangıç noktaları unutulucak. bilmek lazım, dikkatli okumak, seçerek okumak lazım.
-e bu kadar olsun artık.
-bu ay da güzel geçicek gibi, özledim bildiğin sultanahmeti.
-uyku nolur biraz daha uyku.

26 Kasım 2009 Perşembe

neyse ki bitti

neyse ki bitti hafta bitti. hiç bitmicek sandığım hafta bitti. ve elimde kendimle ilgili süper istatistiksel(?) bilgiler var paylaşıyım mı?
toplamda 4 tane vizemin olması, 2sinin olduğu hafta hasta olmam.
sonra birinin direk bayramdan sonraya ertelenmesi.
diğerinin işkence olsun diye bugün yapılıcak olması ama yapılmaması.
dolayısıyla bayramdan sonra 3 vizem olması.
aslında 3 haftada 3 vize olmam gerekirken 3 haftada ancak 1 vize olabilmem.
bayramdan sonra yaklaşık 4 haftadır yapı malzemesi, 3 haftadır da yapı statiği çalışıyor olucağım gerçeği.
az kredi az vizeli bir dönem nasıl işkence haline getirilir bunu öğreniyorum sabrımın sınırlarını zorlayarak.

bir de bugün Ertuğrul Özkök ün bugünkü gazetede yazdığı "izmir sivil faşist mi" adlı yazısında bahsettiği bir "izmirya" muhabbeti var ki, sabah metroda çok garipseyerek okudum. malum bu izmirdeki son olaylardan sonra yeni bir sıfat daha eklediler izmire "faşist" diye. Özkök de bu muameleyle batının ileride bölünme sinyali vericeği söylüyor.
noluyor yahu? ne sinyali ne "izmirya"sı? tüylerim diken diken oldu okuduktan sonra. kimsenin böyle bi sinyal verdiğini/vericeğini sanmıyorum ya neyse. yorum bize ait.
tam da burda;
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13045072.asp?yazarid=10

neyse bu kadar sanırım.

aaa ben asıl neyi unuttum ya. çarşamba günü 2 gibi taşkışladan çıkıp metroya yürürken bi adamla karşılaştık. aslında manzara tam şöyleydi, hyatt otelin önünden yürüyen bi adam elinde bi parça çalı, arkasında onu takip eden bembeyaz bi KUZU! ya ben öyle bişi görmedim nasıl temiz nasıl bembeyaz nasıl şirin nasıl garip bişi o öyle. evcil hayvan gibi bişi yürüyor adamın arkasından. biz de takıldık bi süre arkalarından gittik sonra onlar gezi parkına döndüler. garip işte be taksimin ortası bembeyaz bi kuzu işte gidiyo öyle bi adamın arkasından falan. baya güldük.
bu kadardı.

yaz

işte yine başladım pek alakasız yerleri özlemeye. burası ayder idi, uyandığımda penceresinden yeşilini görmeye koştuğum otelin minicik bahçesi yandaki fotoğraf. çok güzel de bir kahvaltı yapmıştık. akşamında da orda oturup sohbet etmiştik falan. o kadar da zor geldi ki ordan ayrılmak. ve 1 gün kalmak bile hiç tahmin etmediğim kadar dinlendirmişti beni. he orda yandaki market gibi bişiyin içindeki kadınla tanışmıştık kadının kardeşi de izmir kıbrıs şehitlerinde taşfırının sahibiymiş! höh demiştim ya. neyse oranın da çok güzel zeytinli poğaçaları oluyordu daha çok poğaçalı zeytin gibi bişiydi.

cumayı bekliyorum ya gelmeyi düşünmüyomuş, saatler dakikalar çok zor geçiyomuş. hele ki yarın akşam hiç geçmicekmiş. umutlar behlülle bihtere bağlanmış.

gerçekten çok alakasız yerleri özlüyorum, bu ara boş kaldım biraz sanırım.
mesela mardin de var aklımda şu sıra, hem de çalştığımız tiyatro salonu gibi bi yer vardı. en son gün orda tüm dönemselin çıktıları yerlere serilmişti, müzik çalışıyodu biz de onlara bakarak neler yaptık hatırlıyoduk.
iyiydi ya ne biliyim işte, statik düşünmek yerine böyle yazı özlüyorum ben. ama en çok yazın ortasında üşüdüğüm yeri özlüyorum şu ara.
hadi geçsin zaman rizeye gidelim. trabzon da olur.
yeşil olsun heryeri, sabah pencereden bakiyim mutlu oluyim.

24 Kasım 2009 Salı

ve

bu hafta ne kadar garip ve olması gerektiğinden yalnız. ve sıkıcı. ve vizeli. ve sıkıcı ve yanlız ve ve ve ve.
hadi cuma olsun bi an önce.

20 Kasım 2009 Cuma

corsal kapsülle kabuslu saatler

daha geçen sabah uzun metro yürüyüşü esnasında yorgunluğunda etkisiyle "şöyle uyusam sonra sadece yemek yesem sonra tekrar uyusam" gibilerinden bir hayal dünyasındaydım. sonra bu hayal ettiğim şey bir anda gerçek oldu. saatlerce uyudum, sonra yemek yedim, sonra tekrar uyudum uyudum uyudum. ama ne yazıkki beni bu kadar uyutan ilaçlarımdı ve yemekten bahsettiğim de çorba, bilumum bitki çayları, meyve, portakal suyu vs gibi şeylerdi. çünkü griptim! neyseki 39 ateş, bir iğne, bir serumdan sonra akıllanıp evime koştum. şimdi çok daha iyiyim. iyileşip, uyumanın ve yemek yemenin olmadığı(bu olabilir aslında) dünyama geri dönücem, çalışıcam ve bi daha da öyle abuk hayaller kurmicam!

14 Kasım 2009 Cumartesi

aujourd'hui c'est aujourd'hui

Bu aralar (3 kasım-4 aralık) Fransız Kültür Merkezi'nde Sıtkı Kösemen'in "gün bugün" sergisi bulunuyor. içeriye başka bi amaçla girip sergiyi gezme fırsatını buldum, üstelik acelem de yoktu rahat rahat inceleyip her 3-5 fotoğrafta bir üstlerinde yazan yazıları okudum. fotoğraflar konuşuyor aslında, insanların dedikleri yazıyordu kağıtlarda. fakat hangisi hangisine ait anlamak zor ve işin güzel yanı zor olduğu için fotoğrafları daha çok inceledim, bunu bu demiştir ya da bu demiştir gibisinden tekrar tekrar baktım. oysa bunu bu insan demiş, bunu da bu insan demiş diye eşleştirme olsa bu kadar bakmazdım. (ya da bakarmıydım?) bilemedim işte baya durdum fotoğrafların karşılarında.
bir de serginin bir bölümünün dışarıdan da gözükmesi ne güzel bişi.


serginin konusu da şöyle;

"SITKI KÖSEMEN FOTOĞRAFLARI

« AB’ye girme düşünün eşiğinde bekleyen Türkiye’nin, bu umuda kilitlenmiş en büyük kitlesini gençlik oluşturuyor. Bu anlamda, Sıtkı Kösemen'in gençlere çevirdiği objektifi, onları tanımaya, anlamaya; kendi kimliklerini oluştururken yaşadıklarını gözlemlemeye dair önemli bir adım. Kösemen, çeşitli sosyo-kültürel gruplardan gençlerin yaşam şekilleri, özgürlük anlayışları, geleceğe bakışlarındaki renkliliğin yanında, yaşamı bir oyuna çevirmeyi başaran yeni-insanların, bütün telaşların ötesinde “kendileri” olabildikleri, yaşadıkları zamanları görmek ve göstermek için yola çıkıyor. Bunun ötesinde ise kimlik edinmede oluşan sorunların ana merkezlerine dikkat çekmeyi, gelecek kaygılarının altındaki dinamizmi öne çıkarmayı hedefliyor.
Her şeyden önce bir “iyileştirme”, toplumla gençler arasında farklı bir iletişim ve empati kurmayı amaçlayan bu proje, ayrıca, yöneticileri, eğitimcileri ve aileleri ortak duyarlıkta birleştirme işlevi de taşıyacaktır. »

Beral Madra, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Görsel Sanatlar Yönetmeni

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti işbirliğiyle."

ayrıca Sıtkı Kosemen odtü mimarlık mezunuymuş.

dahası için;

http://www.sitkikosemen.com/

11 Kasım 2009 Çarşamba

kapadokya!








8 saat bile vazgeçmek için çok fazlaydı ama vazgeçmedik!
seyyarların peşinden gittik, gezdik, olmayan vizemize çalıştık ve geri döndük.
dahasını daha sonra yazmak umuduyla...

6 Kasım 2009 Cuma

yolculuk nereye hemşehrim?

bu sefer nereye?
gitmeye kolay karar vermek, otobüse binmeye cesaret edememek, vardıktan sonra iyi ki gelmişiz diyebilmek.
"spontane hayat felsefesi" bu aralar heryanımızı sarmış durumda!
iyi ki de sarmış, iyi ki de sürekli biyerlerdeyiz!

3 Kasım 2009 Salı

















fotoğrafın güzelliği. an. beklemek.


http://www.cnnturk.com/2009/yasam/diger/11/03/tehlikenin.farkinda.misiniz/550229.1.2/index.html#photogal

dinlemek -dinleyememek


bugün "kent ve mimarlık günleri" kapsamında olan panellerden birine sonunda gidebildim! zaten iki gün süren ve ilk günü taşkışlada ikinci günü garajistanbulda devam eden etkinliklerden solda resmi olan "Tasarım ve Suç: Kentsel Müdahaleler ve Mimarın Pozisyonu" konulu tartışma panelinde soldan sağa Özgür Bingöl, Emre Arolat, İhsan Bilgin, Boğaçhan Dündaralp ve Ertuğ Uçar vardı. Aslında Emre Arolat'ı çok dinlemek istediğim için gittim, dalaman havalimanı yarışma projesi hakkında yazdığı kitabı okuduktan sonra görmek düşüncelerini öğrenmek iyi olur diye düşünüyordum. duruşu, konuşmadan ki davranışları çok soğuk. fakat konuştuktan sonra tamamen o soğukluk yıkıldı kafamda, tam da kitabı okurken ki düşündüklerim canlandı diyebilirim. iyi oldu.
genel olarak olgu ve fikirden yola çıkarak, mimarın süreç içerisinde duruşu(ya da strateji ve akıl yapısıyla var oluşu), nasıl bir kimlik oluşturduğu, direnç göstermesi, gösterememesi, neler yapıcağını düşünmesi gibi şeyler konuşuldu.
garajistanbul gayet güzel bi yer, bundan sonra bol bol takip ederim diye düşünmekteyim.

bide bugüne dair çok çok sinir bozucu olan ise, bu panelden çıkıp richard rogers konferansına gitmek için beşiktaşa koşmamız, bahçeşehir üniversitesine konferanstan 50 dakika önce gelmemize rağmen salonun dolmuş olması, projeksiyonla canlı yapılıcak sınıfın da dolmuş olması, koridorlarda tvden yapılan canlı yayına boynumuz tutulmuş bi şekilde izlemek zorunda kalışımız.
noldu peki?
hiç dinlemedik çıktık gittik kahvemizi içtik bi yerde, sonra da dağıldık.

o zaman bu kadar ünlü bi mimarı türkiyeye getirip konferans düzenletip, facebookta event bile açıp 500 kişilik konferans salonuna bu insanları sığdırmaya çalışanlara kocaman bir alkış geliyor.

dahası "hadi orda yapmadık, peki bu kadar insanı nereye sığdırıp da dinleticektik" sorusuna verilicek cevabın olmamasını sağlayan insanlara daha da başka şeyler gitsin diyorum.

ve gidiyorum, nesrin kahve içmeye bekler.


25 Ekim 2009 Pazar

alexander berg-one shot istanbul

kendisi hala istanbul metrosunda(hayır artık bitmiş) ve ben her seferinde geçerken başka bi fotoğrafı farkediyorum sanki hergün yenileri ekleniyormuş gibi. çok da güzel kareler var ama en sevdiğim de arka arkaya duran ve tek vucutmuş gibi gözüken kadın-erkek. iyiydi bi daha ne zaman görücem?
ve her insanın tek fotoğrafı çekilmiş, ortada sayısız dijital fotoğraf yok saatlerce karşındakini tutmak yok one shot.

dahası;
http://sanatkop.com/index.php/alexander-berg-in-istanbullu-portreleri-taksim-metrosu-duvarlarinda/

bi de metroda hep sergi olsun.

4 Ekim 2009 Pazar

en çok hissedilen

özlemeyi çok seven insan.
o kadar çok seviyo ki, özlesin de ne acı çekerse çeksin, o kadar çok.
seviyo işte.