18 Ocak 2012 Çarşamba

çabuk dedim sana!

bu kadar özleneceğini bilmeden geçirdiğim aylar,
şimdi resmen kırıntılarından hatırlamaya çalışıyorum.
greyfurt suyu yok peki, pötibör üzeri çikolataya ne demeli?
görünce sevindim macrocenterda, sonra fiyatını gördüm ve yuh dedim, yuh sana türkiye.
altı üstü bir çikolata hem de bisküvüli.

bilmiyordum gerçekten, 4 ay bile küçük küçük alışkanlıklar edinmek için fazlasıyla yeterliymiş.
şimdi ya gidecekler ya bana işkence etmeye devam edecekler.
ya da daha çok gelecekler.

çikolata mus hiç aramadım mesela, arasam bulurum belki thy koridorlarında.
tabi uçak bileti karşılığında.
şarabı zaten sayma, 20 liraya şarap mı olurmuş? hem de acı.

kimse tepki göstermesin, bu böyle, özleniyor, net.
özledim ben de, ne var? özleyemez mi insan?
istanbul'u özlemedim mi sandınız? sokak dürümcüsünü mesela.
oradayken burası, buradayken de orası.
ama dönecektim ya buraya, çok da mühim değildi.
ya şimdi?

acı olmayan şarabın 20 lira olmadığı bir ülkede, peynirin kilosu da 30 lira olduğu sürece,
bir inek ve üzüm bağı sahibi olma konusunda kararlarımı olgunlaştıracağım.
mor inekleri takip edemem. kendi ineklerim olsun istiyorum.
makarna şirketim de olsun istiyorum, şekilli şekilli makarna yaparım.

bir de etrafımda sürekli pardon pardon diyen insanlardan edineceğim.

en önemlisi de penceresi tam önünde bir çalışma masam olacak. dışarıda yağmur yağacak, öyle bir yağacak ki ben yemeğimi yerken korkup üst kata çıkacağım tabağımla birlikte. Sonra güleceğiz halime, gerçekten korkup korkmadığımı merak edecekler, gerçekten korktuğumu ise kimse bilmeyecek.

gitmeyeceğim, her şey buraya gelecek, herkes, her şey.

bu sefer ben gelmeyeceğim yalancıktan aşk şehri, tepemin tasını attırma.
toplan gel. çabuk.

1 yorum: